Toplumumuzda sıkça karşılaştığımız bir kavram var: Zübük. Peki, kimdir bu Zübük?
Zübük, tanım olarak, “kendi çıkarları için her yolu mübah sayan, sözünde durmayan, üçkağıtçı, egoist, düzenbaz, ahlaksız, kalleş, namussuz, palavracı ve dönek” bir kişiyi ifade eder. Bu tanım aslında geçmişten günümüze kadar sosyal hayatımızda karşımıza çıkan eylemlerle paralellik gösterir. Ancak Zübük, yalnızca toplumsal yaşamda gördüğümüz bir figür değil, aynı zamanda bireylerin iç dünyasında da var olan, bazen gözden kaçan bir gerçekliktir.
1980 yılında Kemal Sunal’ın başrolünü üstlendiği Zübük adlı film, bu kavramı toplumumuzda yaygınlaştırmış ve bugüne kadar sıkça kullanılan bir terim haline getirmiştir. Filmdeki Zübük karakteri, siyaset dünyasında sıkça karşılaşılan, halkı kandırmaya yönelik politikacı tiplemesini temsil eder. Ancak zamanla bu terim, sadece siyasilerle sınırlı kalmayıp, sosyal hayatın her alanına sirayet etmiştir.
Toplum olarak, Zübük’ü genellikle siyasilere atfederiz. Fakat dikkatlice bakıldığında, bu tanımın aslında bizlerin iç dünyasında da gizli bir şekilde yaşadığını fark ederiz. Zübük, yalnızca dışarıda gördüğümüz bir figür değil, aynı zamanda içsel bir yansımadır. Çoğumuz, kendi çıkarlarımız uğruna zaman zaman hukuksuz ve liyakatsiz davranışlara başvurur, ancak bunları kabullenirken hiç sorgulamayız. Bir başkasının aynı davranışı sergilediğini gördüğümüzde ise, hemen “düzenbaz”, “ahlaksız”, “dönek” gibi sıfatlarla onu yargılamaya başlarız.
Eğer bir insan adaletli, namuslu ve ahlaklıysa, etrafındaki herkesi de aynı şekilde görmek ister. Fakat, tam tersi bir durum söz konusu olduğunda, bir kişi dönek, düzenbaz veya üçkağıtçıysa, etrafındaki insanları da aynı şekilde görme eğilimindedir. Çünkü bir Zübük, her şeyi kendisiyle özdeşleştirir ve dünyayı kendi perspektifinden algılar.
Siyasilere gelince; bireysel olarak biz ne isek, yönetenler de aslında o özellikleri taşır. Eğer toplum olarak adalet, eşitlik ve liyakat gibi değerleri savunmaz, bu değerleri kendi hayatımıza entegre etmezsek, bu eksiklikler siyasetimize de yansır. Yönetenlerin tutumları, toplumsal bir yansıma olarak karşımıza çıkar. Bu durumu değiştirmek için önce içsel bir sorgulama yapmalı, “Zübük”le barışmamız gerektiğini anlamalıyız.
Geçenlerde bir arkadaş ortamında Zübük konusu açıldı. Konuşmalar esnasında, bu kavramın toplumda nasıl yayıldığı üzerine bir tartışma başladı. Ben de herkesin fikrini almak amacıyla, şu soruyu sordum: “Yarın çocuklarınız bir makama geldiğinde torpil yapmalarını, ayrıcalıklar yaratmalarını kabul eder misiniz?” Sorunun ardından bir müddet sessizlik oldu. Kimse cevap veremedi. Sonunda ben, durumu şu şekilde özetledim: “Sizin de içinizde bir Zübük yatıyor.”
Çünkü unutmayalım ki, iç dünyamızda ne var ise dış dünyada da karşılığını bulur. Kendi davranışlarımız, ahlaki değerlerimiz, adalet anlayışımız ve liyakat ölçütlerimiz, sadece bireysel olarak değil, toplumsal düzeyde de etkisini gösterir. Eğer biz, birey olarak adil ve ahlaklı bir duruş sergilersek, etrafımızdaki dünyayı da o şekilde inşa ederiz.
Tuncel Kurtiz’in bir sözüyle yazımı sonlandırmak istiyorum: “Arada bir aynaya bakmalı insan; güzel miyim diye değil, insan mıyım diye…”
Zübük, sadece dışarıda gördüğümüz bir figür değildir. Hepimizin içinde, zaman zaman yüzeye çıkan bir karakterdir. Onu tanımak ve farkına varmak, gerçek anlamda toplumsal bir değişim için atılacak ilk adımdır.
Saygılarımla…