Bir zamanlar yeryüzü, yalnızca toprağın değil ruhun mescidi gibiydi.
Her adım, bir dua, her nefes bir ibadet olurdu. İnsanlar yüreklerindeki samimiyetle ilahi kudretten dilekte bulunur, taşlar bile bu yalınlığın tanığı olurdu.
Ancak zamanla bu anlam kayboldu.
Dua, gözle görülen yapılara, devasa taş duvarlara indirildi. İnsanlar, taşa baktıkça içlerindeki boşluğu doldurabileceklerini sandılar. Oysa taş ne kadar büyük olursa olsun, içini dolduracak olan yine insanın ruhuydu.
Bir gün, kasabanın yönetimine yeni biri geçti. Halkın parasıyla öyle bir mescit yaptırmak istiyordu ki, adı uzak diyarlarda yankılansın, büyüklüğü dilden dile dolaşsın. “Bu taşların ihtişamı,” dedi yönetici, “bizi yüceltir, dualarımızı göğe ulaştırır.” Oysa kimse, göğe yükselenin taşlar değil, kalpten gelen niyet,elinle yaptığın eylem olduğunu hatırlamadı.
Halk, bu devasa yapının temel atma törenine büyük bir coşkuyla katıldı. İnşaat her gün biraz daha yükseldi. Mermerlerin ışıltısı göz kamaştırdı, kubbenin altın işlemeleri hikayelere konu oldu. “Artık dualarımız buradan yükselecek,” dediler. Ama kimse dönüp içindeki çatışmaları susturmayı düşünmedi.
Yoksulun lokması küçülürken, taşlar büyüdü. Açlığın üstü mermerle örtüldü.
Nihayet mescit tamamlandı. Herkes orada toplanmıştı. “Bu yapı, bizim inancımızın sembolüdür!” diye bağırdı yönetici. Kalabalık alkışladı. Fakat mescide girenler, gözlerini duvarlardan ayıramadı. Mermerlerin soğukluğunu, altının pırıltısını hayranlıkla izlediler. Dualar ağızlardan çıkıyor, ama kalpten yükselmiyordu. Çünkü o duayı taşıyacak bir ruh, o taşlara işlenmemişti.
Mescidin açılışının üzerinden aylar geçti. Halk, içi boş dualarla, o yapının bir ibadet yeri değil, bir anıt olduğunu fark etmeye başladı. İnsanlar mescide, ihtiyaçtan çok gösteriş için gelir oldu. Yönetici, bu yapı sayesinde daha da büyüdüğünü düşündü. Oysa sadece taşlar yükselmiş, insanlar küçülmüştü. Paranın tanrılaştığı bir dünyada, samimiyet yalnızca geçmişin nostaljik bir hatırası olmuştu.
Zifiriydiler bi’ yerlerde.
Kasabanın büyük mescidinin ihtişamı altında ezilen bir gerçek vardı: Yapılar, ruhsuz kalpleri dolduramazdı. Ne kadar taş koyarsanız koyun, kalpteki boşluğu inşa edemezsiniz.
Paranın putlaştığı, gücün inançla karıştırıldığı bir dünyada, duaların eyleme dönüşmesi imkansızdır.
Bugün, devasa taşların yükseldiği bir dünyada, yalnızca o taşların gölgesinde kalan insanlar değil, o taşların simgelediği zihniyet sorgulanmalı. Maddi ihtişamın yükseldiği her yer, insâni değerlerin alçaldığı bir köşe olmamalı.
2025 Yeni bir yıl!
Duaların içtenlik ve eylemle yeniden buluştuğu bir başlangıç olsun. Çünkü sadece taş değil, ruh inşa etmek gerekir.
Sorun/ları ortadan kaldırmak ve yarınlarda beyhude yorumlamak için;
Bugün sorun!
Dar-ı dünya da insanın kalbi inşâ edilmiyorsa, bu taşlar neyi inşâ eder?
Saygıyla selamlıyorum…