“Sosyal medya, tüketimin ifşa edildiği alandır. Tüketim nesneleri üzerinden insanlar arasında sembolik sınırlar çiziliyor. İnsanların ne kadar iyi tüketebildiğini gösterdiği bu ortamda, yoksullar kendilerini ister istemez dışlanmış hissediyor.”
Sosyal medya platformlarında zenginlikle ilişkilendirilen paylaşımların yapılması ve alt gelir gruplarına ait alışkanlıkların mizah konusu haline getirilmesi, yoksul kesimin “baskılanmış ve dışlanmış” hissetmesine yol açıyor.
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Doktor Öğretim Üyesi Bahattin Cizreli, AA muhabirine, dijital platformların kullanımıyla daha görünür olan sosyal sınıf temelinde ayrımcılığı ve sosyal medya paylaşımlarında yoksul kesime yönelik “ötekileştirici” ifadeleri değerlendirdi.
Cizreli, sosyal sınıf ayrımcılığını, “orta ve üst sınıfların, yoksul kesimleri hem ekonomik hem de kültürel olarak baskılaması” şeklinde tanımlayarak, “Sınıf ayrımcılığı, yoksul sınıfın çeşitli gündelik hayat pratikleriyle içinde bulundukları sınıfsal pozisyona itilmesi, oraya mahkum edilmesi ve onları damgalayacak bir dizi teknik geliştirilmesidir.” ifadesini kullandı.
Sosyal medya platformları üzerinden toplumların tüketime teşvik edildiğini belirten Cizreli, “Bir ortama girdiğinizde artık insanlar neyi tükettikleri üzerine konuşuyor. Neler içtiklerini, nerelerde yemek yediklerini, hangi ülkelere gittiklerini konuşuyor. Tüketim nesneleri üzerinden insanlar arasında sembolik sınırlar çiziliyor.” dedi.
Cizreli, sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla sınıf ayrımcılığının görünür hale geldiğini kaydederek “Sosyal medya, herkesin ne kadar iyi tüketebildiğini gösterdiği, sadece yiyecek ve kıyafetleri anlamında değil, deneyimlerinin de ne kadar kaliteli olduğunu gösterdiği bir alan. Haliyle insanların ne kadar harika yaşadıklarını gösterdiği herkese açık bir ortamda yoksullar, kendilerini ister istemez dışlanmış ve baskılanmış hissediyor.” ifadelerini kullandı.
Sosyal medyayı “tüketimin ifşa edildiği alan” şeklinde niteleyen Cizreli, “Sosyal medyada da paylaşılan, bebek cinsiyetini açıklama partisi diye bir şey var. Bu, bir çeşit kültürel rekabet ortamı; nasıl özgün olacağım, fark yaratacağım değil; nasıl şaşaalı, gösterişli ve en lüks tüketimi yapacağım etkinliği. Bu insanlar, kılık kıyafetleriyle, tüketim alışkanlıklarıyla, çocuklarını yazdırdıkları okullarla, takıldıkları mekanlarla kendilerini diğer gelir gruplarından ayırmaya çalışıyorlar.” görüşünü paylaştı.
Cizreli, sosyal medyada yoksul kesimin dil becerileri üzerinden de ayrımcılığa uğradığını aktararak, “Bağlaçların doğru kullanımının bir takıntıya dönüşmesi, İngilizce dil bilgisinin olur olmadık biçimde sergilenmesi, dil oyunları üzerinden kişinin sosyal medyayı sınıfsal-kültürel pozisyonunu sergilemeye çalıştığı alana dönüştürüyor.” diye konuştu.
“Yoksul kesimin kültürel alışkanlıkları aşağılanıyor”
Sınıf ayrımcılığının kültürel boyutuna değinen Cizreli, şöyle devam etti:
“Bu durum, yoksulların gündelik hayat pratiklerinin, beğeni ve alışkanlıklarının aşağılanması ile ortaya çıkıyor. İstanbul’da insanlar hafta sonları buldukları yeşil alanlarda mangal yapar ancak bu kimilerince küçümsenen, dalga geçilen hatta aşağılanan eğlence anlayışıdır. Bu insanların başka türlü eğlenme imkanı veya edinilmiş başka eğlence anlayışı yok ama yine de piknik yapmaları, sürekli kötülenen, şehrin görüntüsünü bozduğu iddia edilen bir eğlenme alışkanlığı olarak sunuluyor.”
Cizreli, Türkiye’de yerli dizi izleyen kesimin de sürekli eleştirildiğine ve mizah konusu yapıldığına işaret ederek, şunları dile getirdi:
“Yoksulların, iletişim kaynaklarına erişimi sınırlıdır, internetleri olmayabilir, düşük model bilgisayar veya telefon sahibi olabilirler ya da bu yaygın kullanılan medya platformlarına üye olmayabilirler. Bu durumda kişilerin kolektif eğlence alışkanlığı olarak yapabileceği şey televizyon izlemektir. Diğer taraftan yoksul ailede yetişen kişi için ‘televizyon izlemek’ aile etkinliği olarak da benimsenmiş olabilir ama bugün bu küçümsenen bir şeye dönüştü.”
Çok konuşulan “Ekmek, aptal toplumların temel gıdasıdır.” söylemine de değinen Cizreli, “Bu çok açık bir sınıfçılık örneğidir. Yoksul sınıfların yeme alışkanlıkları, ucuz, kolay ulaşılabilen ve hızla sindirilerek enerjiye dönüştürülen gıda maddelerinden oluşur. Bu içerikteki gıdalar bir tercih değil sınıfsal zorunluluktur.” dedi.
Cizreli, bu söylem üzerinden kişilerin siyasal eğilimlerinin de eleştirdiğine dikkati çekerek, “Sağlıklı veya organik beslenmek hem zaman hem de para gerektiren iştir. Bu kapsamda belirli bir tüketim nesnesiyle ilişkilendirerek geniş bir grubun, yanlış siyasi veya ahlaki tercihler yaptığını iddia etmek ayrımcılıktır.” diye konuştu.
“Kovid-19 salgını sınıf ayrımcılığını görünür kıldı”
Kovid-19 salgınının birçok ayrımcılık türünü görünür kıldığını hatırlatan Cizreli, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde televizyon kanallarının iki farklı semtteki caddeleri karşılaştırarak sokağa çıkan insanlara yönelik suçlayıcı ifadeler kullanmasını da sınıf ayrımcılığı olarak değerlendirdi.
Cizreli, “Beşiktaş, Şişli, Kadıköy’de hiç kimse sokağa çıkamazken Ümraniye, Esenler’de insanlar sokağa çıkıyorlar. Peki ama niye çıkıyorlar? Birinci mesele çalışmak zorundalar. Yani bu kişiler evde kalmalarına izin verilen bir işte çalışmıyor olabilir, günlük para kazanıyor olabilir, kağıt topluyor olabilir ya da temizliğe gidiyor olabilir. Kalabalık bir aileyi geçindirmek zorunda olabilir.” değerlendirmesinde bulundu.
Pek çok ayrımcılık türü tartışılmasına rağmen sınıf ayrımcılığının çok fazla dillendirilmediğini aktaran Cizreli, “Bunun sebeplerinden biri, toplumsal muhalefet yürüten kişilerin genellikle orta sınıf kökenli olması.” dedi.
Cizreli, orta ve üst sınıfların, yoksul sınıfa yapılan ayrımcılığın farkında olmadığını ifade ederek, yoksullara yönelik sınıf ayrımcılığının hem ekonomik hem de kültürel anlamda kurumsallaştırıldığına dikkati çekti.