Ah, sosyal medya… Hem hayatımızın vazgeçilmezi hem de bazen baş belası. Hepimiz onunla büyüdük, ondan nefret edip ona aşık olduk. Bir yanda dünya kadar insanla “bağlanıyor”, diğer yanda yan yana olup yüz yüze geldiğimizde adeta birbirimizin gözünün içine bakmayı unuttuk.
Eskiden bir arkadaşın kapısını çalmak, “Hadi gel oturalım” demek vardı. Şimdi “Story’ni gördüm, beğendim” ile yetiniyoruz. Aramızdaki sohbetin yerini emojiler aldı, kalpler ve alkışlar konuşuyor. Peki, bu gerçekten yakınlık mı? Yoksa herkes kendi kabuğuna çekilip sanal bir kalabalığın içinde yalnız mı kalıyor?
Sosyal medya, mesafeleri ortadan kaldırdı. Yıllardır görmediğimiz akrabalarımızı, eski sevgilimizi, çocukluk arkadaşımızı saniyeler içinde buluyoruz. Harika, değil mi? Ama ne yazık ki her şeyin bir bedeli var. Bu bedel, gerçek insani iletişimin yitirilmesi.
Bugün milyonlarca kişi aynı anda “bağlanıyor” sosyal medya üzerinden. Ama o milyonlar içinde kaç kişi gerçek anlamda birbirini dinliyor? Kaç kişi samimi, derin sohbetlere dalıyor? Cevap belli: Çok az. Çünkü ekrandaki “bağlantılar” çoğu zaman yüzeyseldir. Bir “like” atmakla, bir “retweet” yapmakla gerçek dostluk kurulmaz.
Sosyal medya, insanlar arasındaki mesafeyi kısaltırken ruhlarımız arasındaki mesafeyi açıyor. Evlerimizde otururken yüzlerce arkadaşımızın “bildirimleri” geliyor, ama aynı evdeki ailemizle ya da yanımızdaki dostla olan iletişimimiz zayıflıyor. Bir kahve içmeye gitmek yerine, telefonlarımızla oynuyoruz. Oysa insan, gerçekten yakın olmak için sadece teknolojiye değil, kalbe ihtiyaç duyar.
Bir de sosyal medyanın o meşhur “görünmeyen yüzü” var: Kıyaslama hastalığı. Başkalarının “mükemmel” hayatlarını izlerken kendi hayatımızın yetersiz olduğunu düşünüyor, özgüvenimizi kaybediyoruz. Bu durum uzaklaştırıyor, depresyona sürüklüyor. İnsanları yakınlaştırması gereken platform, bazen tam tersini yapıyor.
Tabii ki sosyal medyanın olumlu yanları yok mu? Var elbette. İyi kullanılan bir sosyal medya, bilgiye ulaşmanın, fikir paylaşmanın, dayanışmanın en hızlı yolu. Dünyanın diğer ucundaki insanlarla tanışmak, sesimizi duyurmak için büyük fırsat. Örneğin, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenler için olmazsa olmaz bir alan.
Ama bu güzelliklerin arkasına saklanarak gerçekleri görmek istemiyoruz. Sosyal medya gerçek yakınlığı vermez; o, ancak yüz yüze, göz göze, kalpten kalbe kurulur. O beğeniler, paylaşımlar, yorumlar, kimi zaman sadece bir “görünme” yarışından ibaret.
Bugün çoğumuz, sosyal medyanın hem dostlukları hem de yalnızlıkları büyüttüğünü fark etmek zorundayız. Evet, uzaklara açılan kapılar açtı ama yakınlarımızla aramızdaki duvarları yükseltti. O yüzden “Sosyal medya insanları yakınlaştırıyor mu, yoksa uzaklaştırıyor mu?” sorusunun cevabı biraz da bizde saklı. Bu mecraları nasıl kullandığımız, neleri önceliklendirdiğimiz önemli.
Bir gün herkes telefonunu kapatıp gerçek hayatla yüzleşmeyi seçerse, eminim ki o zaman sosyal medya da gerçek anlamını bulacak. Ama o zamana kadar, bizler bu dijital kalabalıkta yalnızlıkları paylaşmaya devam edeceğiz.
Son sözüm şudur: Sosyal medyayı hayatımızın hizmetkârı yapalım, efendisi değil. Gözlerimizi telefondan kaldırıp, gerçek insanlara, gerçek hikayelere bakalım. Çünkü en güzel bağlantı hâlâ Wi-Fi değil; kalpten kalbe olandır.
Sosyal Medya İnsanları Yakınlaştırıyor mu, Uzaklaştırıyor mu?
