Sor/un Sorularım

Kalabalığın içinde yalnız kalmak, belki de insan ruhunun en derin acılarından biridir. Şehir, bir sel gibi akıp giden insanlarla dolmuşken, sesler birbirine karışıyor; ama bu kargaşanın içinde  gerçekten kimse var mı? Herkes var, ama kimse gerçekten bir başka insanı hissedebiliyor mu? Göz göze gelirken, gözlerden içeri girebiliyor muyuz? Duyuyoruz, ama anlıyormuyuz?. İç içe geçmiş bedenler, yabancı ruhlar… Buna bir nevi “Kalabalık Gölgeler”de diyebilirmiyiz!

Toplumun her geçen gün daha fazla birbirine yabancılaşması, derin bir suskunluğa dönüşüyor. Bu suskunluk, şehri adeta bir şuur kaybına sevk ediyor. İnsanlar birbirini fark etmek yerine, başkalarının varlıklarını arka planda kaybediyor. Merhamet, artık sadece vitrinlerde bir süs eşyası halini aldı. Empati, kayıp ilanlarında bile bulamıyor kendine yer. Bugün kalabalıklar, her şeyin farkında ama bir o kadar da hiç bir şey bilmiyor. Herkes kaybolmuş, ama kaybolduğu yerin adını bile bilmiyor.

Aitlik duygusu, özüne yabancılaşmış bir topluma dönüşmüşken, herkes sadece aitmiş gibi yapıyor. Maskeler ardında, sessizce çırpınan ruhlar var. Ramazan’a doğru yaklaşırken, toplumun bu yalnızlık içinde tutunduğu bir umut var: Onbir ayın sultanı, belki bir nebze vicdanları harekete geçirecek, sofralar kurulacak, oruçlar tutulacak. Ancak sor/un ettiğim sorularım var .Gerçek açlık ne zaman doyurulacak? Sadece mideyi değil, ruhu da doyurabilir miyiz? Ekmeğin doyurduğu karın kadar, vicdanın da doyması gerekmez mi?

Toplumsal bir erdemin, vicdanın ve ahlakın kaybolduğu zaman da, Ramazan ayı geldiğinde “sakız orucu bozar mı?” sorusunu sormaya devam ettiğimiz sürece, empatiyi, ahlakı, ötekileştirme ,kul hakkını,canlıların refahını vs. konuşmadan bir başka Ramazan’a doğru yol alacağız. Peki, biz gerçekten bu kalabalık gölgeler içinde sorunlara çözüm bulmadan iyileşebilir miyiz?

Ama ne önemi var ki? Her şey bir ritüel gibi tekrarlanacak. Yine herkes rolünü oynayacak, gün batınca perde kapanacak. Yarın her şey kaldığı yerden devam edecek. Çatlaklardan sızan zihinler, yorgun ruhlar ve birikmiş yükler… Biz, samimiyeti bekleyen toprak gibi olacağız. Ancak kimse gelmeyecek.Biz yine de usanmadan güneşi bekleyeceğiz ömrümüze bir tik daha atarak.

Belki de en büyük yalnızlık, kalabalıkların içinde hissedilendir. Ve belki de en büyük ironi, yalnızlığın tam da bu toplumsal yapıda kök salmasıdır.

Görüşmek üzere saygıyla selamlıyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir