Simli Kartpostal

Simli kartpostalların olduğu okul yıllarını hatırlıyorum; o yıllarda, üzerlerine elimizi sürüp dokusunun dökülüşünü hayranlıkla seyrederdik. Renkli simlerin parıldaması, çocukluğumuzun masumiyetini simgeliyor gibiydi. Her bir kartpostal, farklı bir hikaye, bir umut taşırdı. Kimi zaman baharın taze çiçeklerini, kimi zaman yazın güneşli günlerini, kışın ise beyaz örtüsünü ve huzur veren kar manzaralarını yansıtırdı. O günlerde, bir kartpostal almanın heyecanı, yaşanan anların güzelliğini pekiştirirdi.

O zamanlar, akşam ezanı sonrasına kalmanın manevi bir rahatsızlığı içinde, aile büyüklerinden alınan ikazların ağırlığı hissedilirdi. İnsanların değil, yalnızca maneviyatın hüküm sürdüğü, “in cin çıkmadan evde olun” denilen zamanlardı o günler. Gün batımından sonra evde olmanın gerekliliği, toplumsal normların bir parçasıydı ve bu, hayatımıza şekil veren değerlerden biriydi.

Bugün, yaşı kırkı geçmiş olanlarımız iyi bilir ki, geçmişin izleri hala içimizde. Şimdi, gündemi takip ederken, adeta nefes alamaz hale geldiğimizi hissettiğimiz bir çağdayız. Çocuk istismarları, kadın cinayetleri, gasp olayları… Tüm bunlar, ruhumuzu yoran zincirler gibi karşımızda duruyor.

Daha da üzücü olan, yalnızca yaşlıların değil, yirmi yaşındaki gençlerin bile ruhlarının yaşlandığını görmek. İçler acısı bir durum. Bu kadar ağır sorunlarla boğuşan bir toplumda, maneviyatın önemini sorgulamak kaçınılmaz oluyor. Geçmişte edindiğimiz değerlerin, günümüzün karmaşası içinde ne denli kaybolduğunu görüyoruz.

Victor Hugo’nun dediği gibi, “Bir toplumun gerçek ölçüsü, onu en zayıf durumda olanlarının nasıl muamele edildiğidir.” İşte bu bağlamda, içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini daha iyi kavrıyoruz. Her bir olay, yalnızca bir istatistik değil; arkasında acılar, kayıplar ve trajediler barındırıyor. Geçmişle bugünü sentezlerken, duygu durumumun ağırlığını üzerimde hissediyorum.

Öyleyse, bu yazıda geçmişle bugünü, maneviyatla çağdaş sorunları harmanlayarak, toplumun içinde bulunduğu bu zor dönemden nasıl çıkabileceğimizi sorgulamak istiyorum. Çünkü her birimizin bu mücadelede bir rolü var ve belki de kaybettiklerimizi hatırlayarak, geleceği daha aydınlık hale getirmek elimizde. Mevlana’nın dediği gibi, “İçinde bulunduğun karanlık ne kadar derin olursa olsun, ona bir ışık yakmayı dene.” Bu ışığı yakmak, belki de en büyük sorumluluğumuzdur.

Verified by MonsterInsights