Bazen kendi kendime soruyorum; “Biz olağanüstü durumlara hazır bir ulus muyuz?” Cevap, içimi burkuyor. Çünkü hazır olduğumuza dair içimi rahatlatacak net bir işaret göremiyorum. Savaş, salgın, ekonomik çöküş, yangın, doğa felaketleri… Bunların herhangi biri gerçekleştiğinde, hayat bir anda durduğunda ve sistem çöktüğünde… Biz ne yapabiliriz?
Bir çöküş anı düşünün: örneğin büyük bir deprem. İlk saatlerde telefonlara sarılır, akraba, eşi dostu ararız ama ulaşamayız. Sonraki adımda da sosyal medyada bir şeyler paylaşmaya, sesimizi duyurmaya çalışırız, maalesef bu eylemimiz de sonuçsuz kalır çünkü iletişim ağları çökmüştür çünkü önlem alınmamış. Akın akın marketlere koşarız, raflar çoktan boşalmıştır. Benzin istasyonlarında kuyruklar oluşur. O an fark ederiz ne kadar hazırlıksız, olağanüstü durumlara karşı eğitimsiz olduğumuzu ve en acı tablo, meğer birlikte hareket etme alışkanlığımız yokmuş… Kriz anında sağduyusunu koruyabilen kaç kişiyiz?
Hazırlıklı olmak sadece bir çantaya konserve koymakla bitmiyor. Hazırlıklı olmak aynı zamanda zihinsel bir durumdur. Bir refleks, bir bilinç halidir. Enkazın altında kalmadan önce plan yapan, evini güçlendiren, komşusuyla dayanışmayı önceden öğrenen bir toplumdan bahsediyorum.
Bir felaketten sonra “bir daha olursa ne yaparız” diye sesler yükselir, ahkâmlar kesilir. Ardından birkaç törensel konseptle açıklamalar, sonra yine unutuşun kucağına bırakırız kendimizi.
Her alanda uzmanlarımız var. Bu uzman, bilirkişilerin koordinasyonunda önlem hazırlıkları yapılırsa, bilinçli bir halk olarak felaket anında ‘BİRLİK’ olabiliriz!
Biz büyük bir milletiz. Kurtuluş Savaşı yaşamış, nice badireler atlatmış, tarih yazmış bir halkız. Ama geçmişten gelen gücümüz, bugünü kurtarmaya yetmiyor. O gücün özü olan birlik, dayanışma ve organize olma yeteneğimiz, modern zamanlarda biraz körelmiş gibi. Herkes kendi evinin derdine düşmüş, toplumsal refleksler bitmiş, hatta umursamazlık hâkim olmuş.
Olağanüstü bir durumda birbirimize sırtımızı yaslayabiliyor muyuz gerçekten? Yoksa ilk panikte birbirimizi mi eziyoruz? İşte bu sorunun cevabı canımı yakıyor.
Bir afet olduğunda, ilk sözümüz “kaç” değil, “yardım et” olsun istiyorum. Herkesin evinde bir olağanüstü planı olsun, çocuklar okullarda sadece matematik değil, kriz anında neler yapılabilir öğrensin. Sokaklarımızda ilkyardım bilen insanlar çoğalsın. Sadece belediyeler değil, mahalleler kendi içlerinde bir ağ kursun. Çünkü asıl dayanışma orada başlar, merkez değil, çevre ayağa kalkarsa toplum ayakta kalır.
Hazır mıyız? Hayır! Bu bir suçlama değil, bir uyarı. Uyumak tatlı olabilir, ama gerçek uyandırıcıdır. Hepimiz uyanalım. Çünkü olağanüstü durumlar beklemez. Geldi mi kapıya dayanır. O an hazır olmalıyız!
Zihinsel, hem de duygusal olarak dirençli olmaya, belki de bir felaket anında, bir tek kişinin bile yaşamasına katkı sağlayabilecek donanıma sahip miyiz? Değiliz!
Ama hazırlanmaya mecburuz.
Çünkü hayat sadece güzel günlerden ibaret değil.
Hazırlıklı olmak dediğimiz şey, sadece fiziksel değil. Ruhen de sağlam durmak zorundayız çünkü olağanüstü durumlar, önce zihni yıkar. İnsan panikledi mi, en doğru bilgiyi bile algılayamaz. Kalbin yerinden fırlayacak gibi atarken, birinin “sakin ol” demesi yetersiz kalır. Ama o an yanında ve çevrendeki insanlarla daha önce olağandışı olaylar için birlikte plan ve tatbikat yapmışsan, işte o zaman “sakin olmak” mümkün hale gelir.
Mesela kaçımız evimizde bir afet planı yaptık? Hangi çocuğun okul çantasının içinde acil durumda aranacak numaraların yazılı olduğu bir kart var? Kaç apartman yöneticisi yangın tatbikatı organize etti? Biz zannediyoruz ki “bir şey olursa bakarız çaresine.” Oysa o “bir şey” olduğunda bakacak bir göz bile kalmayabilir…
Toplum olarak reflekslerimizi yeniden inşa etmeliyiz. Yukarıdan aşağıya bir inşa değil, aşağıdan yukarıya olmalı. Temelden gelen bir farkındalık. En küçük birimden, aileden başlanmalı. Sonra apartman, sokak, mahalle. Sonra da kentler, ülke. Çünkü büyük sistemler, küçük halkaların birleşimidir. O küçük halkalardan biri zayıfsa ve koparsa, zincirin bütünü dağılır.
Bir de en acı gerçekle yüzleşmek gerek: Biz bazı şeyleri yaşamadan önce maalesef ciddiye almıyoruz. Kulaktan duyma bilgilerle yetiniyoruz. Bilgiyle değil, söylentiyle hareket ediyoruz. Felaket anında WhatsApp gruplarında yayılan asılsız bilgilerle toplumun ruh hali darmadağın oluyor. Bilimsel düşünce yerine, hurafelerle yol almaya çalışıyoruz. Bilgi, hayatta kalmanın anahtarıdır ve bilgi, kriz anında doğru kişiden, doğru zamanda alınırsa işe yarar.
Ben istiyorum ki; her birey “ben bu topluma faydalı olmak istiyorum” desin. Herkes kendine bir görev biçsin: Biri ilk yardım eğitimi alsın, diğeri çocuklara afet bilinci anlatsın, biri yaşlı komşusunun ihtiyaçlarını öğrensin. Çünkü olağanüstü durumlarda en değerli şey “hazır olmak” ve “birbirine de hazır olmak” tır.
Hazırlıklı olmak, sadece kötü günleri beklemek değildir. Aksine, iyi günleri koruma mücadelesidir. O güzel anların, sıcak sofraların, güvenli evlerin devam etmesi için önceden tedbir almanın adıdır. Kimse sabah kalkıp, “bugün olağandışı bir gün olacak” demez. Olağandışı olaylar da, zaten hep ansızın gelir.
Göz göre göre gelen felaketlere “kader” demek yerine, önce önlem alalım diyorum. Sonra dua da ederiz, sabır da gösteririz. Ama önce elimizden geleni yapalım.
Bir gün biri bizlere sorsa,
“Olağanüstü bir durumda ne yaparsınız?” Cevabımız, “Biz zaten hazırız.” olsun istiyorum…
Ne oldu? Hazırlıksız yakalandık yine… Yangın geldi, hem ormanı hem de geleceğimizi yuttu. Kimileri kaçtı, kimileri eline hortum almaya çalıştı. Ama neyle? Musluktan zor akan suyla mı, yıllardır bakımı yapılmamış araçlarla mı? Sanki her yaz aynı şey olmuyor, her yaz bu acıyı yaşamıyormuşuz gibi…
Ben, televizyonun karşısında değil, o dumanın tam ortasında hissettim kendimi. Her ağaçtan bir çığlık yükseldi sanki, her yanık kokusu ciğerime saplandı. Bir çocuğun, “Anne, evimiz de yanar mı?” sorusu hâlâ kulağımda çınlıyor. Yanıt veremedik. Sadece evler değil, umutlar da yandı o alevlerin içinde.
Hazırlıksızdık. Sadece ekipmanla değil, bilinçle de. Ne tatbikat vardı, ne bir plan. Şimdi ne “keşke”ler fayda eder ne de, “neden böyle oldu”lar. Her yaz mevsiminde sıcaklar yükseldiğinde, kalbim sıkışacak “Acaba yangın felaketi olursa, geçmişten ders alıp, artık hazırlığımız tamam mı ?” diye.
