Kırmızı Terlik

Kırmızı terlikler izlerini bırakırken zeminde , söz konusu ne rengi ne de şekliydi. O terliklerin varlığını, sıcaklığını, gece gündüz çıkardığı sesten alan, kendinden emin “KADIN” adımlarıydı.

Sevgili dostlar, girizgahtan anlaşıldığı gibi bugünkü buluşmamızın konusu: Kadın. Ana, maya, mavi, deniz, derya, derin… Adını ne koyarsanız koyun, değişmeyen özne.

Toplumumuzun en derin yaralarından biri, kadınların her geçen gün daha fazla şiddet görmesi ve cinayetlere kurban gitmesidir. Neden kadınları koruyamıyoruz? Bu sorunun yanıtı, sadece hukuki ya da sosyal bir sorunun ötesinde; çok daha derin ve karmaşık bir meseledir.

Kadın cinayetleri, yıllardır bir türlü çözülemeyen, her geçen gün yeni bir acıyla karşımıza çıkan bir dramdır. Geçtiğimiz günlerde yaşanan ve kamuoyunda büyük yankı uyandıran bir olay, maalesef bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi: Bir kadın, reddedildiği için yüzüne kezzap atılarak hayatının en karanlık anlarını yaşadı.

Peki, neden bu kadar çaresiziz? Kadınları neden koruyamıyoruz? Tekrar tekrar soruyorum…

Kadın cinayetleri, toplumun derinliklerine işlemiş bir şiddet kültürünün yansımasıdır. Birçok kadının hayatını kaybetmesi, sadece fiziksel şiddetle ilgili değildir; psikolojik baskılar, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ekonomik bağımsızlık eksiklikleri ve en kötüsü de yıllardır süregelen “erkek egemen” zihniyetin bir sonucudur.

Kadınların, hayatlarını kendi istedikleri gibi yaşama hakları olduğu gerçeği, hâlâ pek çok yerel ve küresel düzeyde kabul edilmemektedir. Kadınlar, sadece evde değil, dışarıda da tehdit altındadır. İş yerlerinde, sokaklarda, evlerinde… Her yer potansiyel bir tehlike barındırmaktadır.

İşte, son yaşanan olayda olduğu gibi, kadının sadece “hayır” demesi, onun varlığını, bedenini savunması, bir erkek için bu kadar büyük bir öfkenin ve şiddetin kaynağı olabilmektedir. “Hayır” demek, bir kadının kendini savunma hakkıdır. Ancak bu basit reddediş, bir erkeğin egosunu zedeleyebilir.

Kadınların bu tür durumlarda nasıl korunacağına dair somut adımlar atılmıyor, yasalar da yetersiz kalmaktadır. Toplum olarak hepimiz, bu durumu normalleştiren, şiddetle beslenen ve kadını “özne” değil, “nesne” olarak gören bir yapının parçasıyız.

Her gün yaşadığımız birçok küçük olay, aslında bu büyük problemin parçalarıdır. Sokakta bir kadına laf atmak, bir kadının özgürlüğünü kısıtlamak, onu korkutmak, susmasına neden olmak… Tüm bunlar, kadının sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da öldürülmesine neden olmaktadır.

Kadın cinayetleri, sadece bir “cinayet” değil; kadının varlığının, haklarının ve sesinin susturulmasıdır.

Bedensel değil, psikolojik olarak öldürülmek demiştik… Peki, neden bir kadın sürekli kendini ispat etmek, sürekli kendini açıklamak zorunda?

Bu önce babaya, sonra abiye, devamında eşine, ardından oğluna uzayıp giderken bu sorular vicdanları sızlatmıyorsa ne denilebilir ki?..

Yine soracağım: Kadınlar Günü deniliyor… Kadın, güne, günlere sığabilir mi?Sorularla ,sorgulamalarla bir

Sohbetimizi daha  sonlandırırken, son sözlerim akleden kalplere…

Kadın anadır.
Kadın mayadır.
Kadın, derinlikte incidir.

Onu koru dediğimiz kimdendir?
Aslında koru dediğimizdendir.

Korumayın, dokunmayın. Yeter…

Görüşmek üzere..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir