Kapitalizm, Küreselleşme ve Globalleşme
Sizlere “kaos” teorisi olarak gelebilir. Ancak, yaşadığımız dünya çağında “olgu” haline geldiğini söyleyebilirim. Günümüzde uluslararası şirketler eliyle yemek, içmek, giyim, teknoloji gibi mağaza zincirleriyle tekelleşip, ülkelerin yerel dinamiklerini ortadan kaldırarak, klasik savaş taktikleri yerine ekonomi üzerinden egemen güç haline geldikleri aşikardır. Bugün gördüğümüz savaşlar ise, bahsi geçen ülke için planlanmış senaryonun dizayn sürecidir.
Bu sistemin bize getirdiği en kötü şey de, adalet ve hukukun egemen güçlerin eline geçmesiyle birlikte toplumların yoksullaşması ve ahlaki çöküşün gerçekleşmesidir. Küreselleşme, en yalın tabiriyle insanların birbirine daha da yakınlaşması, sosyalleşmesi ve ekonomik olarak da aynı seviyeye gelmesi olarak ifade edilir. Fakat, bize dayatılan küreselleşme süreci, bütün bu olguların tam aksini gösteriyor. Şöyle ki; zengin tabakanın mal varlığı daha da artıyor, fakirlerin yoksullaşması daha da derinleşiyor. Orta sınıf tabaka yok oluyor. Diğer taraftan insanlar sosyalleşmek yerine bireyselleşiyor. Daha ağır durumlarda ise yalnızlaşma ve depresyon başlıyor.
Demek ki, bugün bize anlatılan küreselleşme aslında yukarıda kastettiğimiz anlamda değil, daha vahim ve insanlık aleyhine işleyen bir süreçtir. Geldiğimiz aşamada; Amerika’nın 1945’ten itibaren başlayıp, 1990 yılından sonra daha belirgin hale gelerek dünyaya ivme kazandırıp entegre ettiği kapitalist sistem, beraberinde küreselleşme-globalleşme atağı başta kendi ülkesi olmak üzere üretimden uzaklaşıp tüketim toplumuna evrilmesi ile fakirlik ve yoksulluğun artmasıyla ulus-devlet normlarına dönme sinyalini verdi. Ülkemiz, ekonomik olarak bunu pozitif etkiye çevirebilir mi? Süreç içinde göreceğiz.
Diğer taraftan, ülke nüfusunu üretmeden tüketen, sürekli sınırsız yenilenme serüvenine sürükleyen ve günün sonunda işsiz, tembel bir topluluk haline dönüştüren bu sistem, aslında son 10 yıldır ekonomik olarak 3. Dünya Savaşını yaşadığımızı gösteriyor. Uluslararası şirketlerin planının ilk basamağı, yani tekelleşme süresi tamamlandı. Sırada ikinci basamak, yani yeni stratejilerle gıda, su ve kıymetli yeraltı kaynaklarını elde etmek var.
Bize düşen görev, toplum olarak bu mücadeleyi kazanmak için var gücümüzle çalışıp, üretmek, ürettiğimize katma değer katıp, ülkemizi dünyada daha güçlü bir konuma getirmektir. Dünya her saniye hızla değişiyor. Bizim de küresel güç haline gelmemiz için üretim ve tüketim ekonomisini dengede tutmamız şarttır. Bunu yaparsak savaşı kazanmış oluruz. Tam aksini aklıma bile getirmek istemiyorum.
ve savaşları da kazanmasını bildiğimizi görürüz. Ne pahasına olursa olsun, tek gayemiz yeni nesillere güçlü, refah seviyesi yüksek, çağdaş ve uygar bir vatan bırakmaktır.
“İçinde dans eden bir yıldız doğurmak için kaosun olması gerekir.”
Friedrich Nietzsche
Saygılarımla