Bugün değerli okuyucularımla paylaşmak istediğim konu, dünya genelinde ve bölgesel çapta kadının hayatımızdaki yeri ve önemidir.
Dünya genelinde kadının sürekli olarak ikinci planda tutulduğuna ve erkek egemenliğinin hâkim olduğuna şahit oluruz. Bazı ülkelerde bu durum farklı olsa da, genellikle erkeklerin her alanda baskın güç olarak görüldüğünü gözlemleriz.
Bizim de içinde bulunduğumuz bölgesel doktrinde, kadına yönelik bu durumun kültürel, yani dini-inanç temelli bir temele dayandığını hayatımızın her alanında hissederiz.
Geçmişten günümüze kadar, tarih sayfalarına baktığımızda, bugün kadının daha iyi bir yaşam sürdürdüğünü öne sürenlerin aslında bir yanılgıya düştüklerini görebiliriz. Çünkü geçmişte kadının toplumdaki yeri ve gücü daha net bir şekilde fark edilirdi. Günümüzde ise modernite algısı ile kadının konumu daha güçlü gösterilse de, bu sadece bir yanılgıdır.
Kadın, varoluşundan itibaren üreten, eğiten, sosyalleştiren bir varlık olarak görülmek istenmiyor. Bunun ana nedeni, inançlardan çok örf ve adet temelinde yaşamamızdır.
Toplumlara bakıp analiz ettiğimizde, kadının evde yemek yapması, çocuklara bakması ve onları eğitmesi beklenir. Bu durumu, üstün performans beklediğimiz bireyler olarak kabul ederiz.
Kadını adeta ev hapsine alarak, eğitimine fırsat vermeyip, söz hakkını kısıtlayıp konuşmasını engellemek, “Dikenlerin, çöplüğün içinde bırakıp gül bahçesi beklemek” gibidir.
Günümüzde, toplumun kadına yüklediği ve sadece kadına ait bir meziyet gibi sunulan “namus” kavramı da sıkça gündeme gelmektedir. Bu bağlamda, kadınların birbirlerine destek olması gerektiği aşikârdır.
Modern çağda, kadınlar artık sadece hemcinsleriyle değil, karşı cinsle de beraber çalışmaktadır. Ancak ataerkil bir toplumda, böyle bir çalışma ortamı kadın için oldukça zordur. Bu şartlarda, edebi ve namusuyla çalışan kadınlarımız başımızın tacıdır.
Çünkü bir kadının, kadınlar arasında kendini korumasına ne var ki?!Önemli olan, karşı cinsle çalıştığında bu meziyetlerinden ödün vermemesidir.
Sonuç olarak, biz bireyler olarak güçlü, eğitimli ve ahlaklı bir toplum oluşturmak istiyorsak, işe ilk önce kız çocuklarımızdan başlamamız gerekir. Eğer bunu başarabilirsek, kendimizi dönüştürerek şiddet, baskı ve taciz kültüründen çıkıp, kendi kendine yeten, çalışan ve üreten bireyler haline gelebiliriz. Medeniyeti inşa etmek bizim elimizde.
“Ey insanoğlu, sen kendine bak…”
Yazımı, Nazım Hikmet’in güzel bir şiiri ile sonlandırmak istiyorum:
Kim der ki kadın,
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir?
Kimi der ki kadın,
Yeşil bir harman yerinde,
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.