Modern çağın insanı, haritalarla çevrili ama yönünü bulmakta zorlanan bir yolcudur.
Evler inşa ediyoruz, duvarlar örüyoruz, hatta kök saldığımızı sanıyoruz ama içimizde derin bir kıpırtı var: Yer değiştirme isteği. Göçme arzusu. Kimimiz bunu şehir değiştirerek yapıyor, kimimiz meslek değiştirerek, kimimizse sadece düşünce düzeyinde…
Bizler, sabit bir noktaya değil, hissettiğimiz yere ait olmayı seçen bir toplum hâline geldik.
Aidiyet artık bir posta kodundan, bir kimlikten ibaret değil.
Bir görüntüye, bir sese, bir renge tutulmak bile yetiyor bazen kendimizi “orada” saymamıza.
Bu göçebe ruh hâli, en çok da sanata yansıyor. Özellikle de gelenekle modernliğin arasında sıkışan alanlarda…
Çini gibi kadim bir sanat formunu ele alalım. Yüzlerce yıl aynı desenle aynı dili konuşmuş bir sanat, artık kişisel hikâyelerin taşıyıcısı hâline geldi.
Desen sabit, ama yorumlar göçebe.
Renkler gelenekten sesleniyor ama biçimler bugünden konuşuyor.
Bugünün sanatçısı —ister tuvale, ister çiniye, ister duvara çalışsın— sabit bir dilden değil, çok dilli bir duygudan konuşuyor. Çünkü göçebe bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu dünyada sanat, hem bir harita hem bir sığınaktır.
Bir çocuğun bir çizgiyle anlattığı hikâye, bir annenin ördüğü motifteki sessizlik, bir yaşlının terk ettiği köydeki duvar yazısı… Hepsi bu ruhun parçaları.
Göçebe ruh, toplum olarak bizi hafifletiyor mu, yoksa köksüz mü kılıyor?
Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Ama şu kesin: Göçebe ruh, aynı zamanda dayanışmacı bir ruhtur.
Çünkü bir yerde sabit kalmayan insanlar, geçtikleri yerleri tanır. Ve tanıyan, daha az yargılar.
Sanatla, özellikle desenle, çizgiyle, kelimeyle kendini ifade eden bireylerin ortak paydası şudur:
Sabitlenememek bir eksiklik değil, bir duyarlılık biçimidir.
Bir yerde konaklayıp sonra devam etmek… Bu yalnızca fiziksel değil, ruhsal bir tavırdır.
Göçebe ruhumuzu korkulacak bir dağınıklık değil, içinde yaşam barındıran bir çeşitlilik olarak görmeliyiz.
Ve bu çeşitliliği; sanatla, sözcükle, anlayışla ifade ettiğimiz sürece, ait olmadan da anlamlı olabiliriz.
“Sabitlenemeyen bir ruh, dağınık mıdır yoksa daha mı özgür?”
Mavinin her tonuyla selamlıyorum görüşmek üzere…