Bir sabah, şehre dev gibi filler girmeye başladığında, insanlar önce bir sessizlik hissetti. Kalabalık, büyük bir gürültüyle meydanları doldurdu. Ellerindeki telefonlardan bakıp bakıp alkışlayanlar, ne olup bittiğini tam anlamadan, sadece etraflarındaki coşkulu kalabalığa ayak uyduruyorlardı. Herkesin yüzünde aynı maskeli ifade: Ne olursa olsun, o anki sevincin peşinden gitmek, olan bitene gözlerini kapamak, vicdanın suskunluğuna teslim olmak…
Ama o dev filler, her adımlarında, içinde bulundukları şehri sadece geçmiyordu. Onlar, bir şeyi daha ezip geçiyorlardı: İnsanların umutlarını. Her adımla ezilen, kaybolan bir şey vardı. Çocukların gözlerinde ışık, gençlerin hayalleri, yaşlıların biraz huzur bulma çabası. Hepsi, dev filler birer birer bastıkça siliniyordu.
Düşünmeden ezilen umudu,
Düşünmeden kaybolan yarını.
Bir grup insan, bu sessiz felakete kayıtsız kalırken, bir diğer grup işte o ezilenleri fark etmeye başladı. Fillerin ayaklarının altındaki insanları, bağıran, çağıran, haksızlığa uğrayanları görmeye başladılar. Ama iş işten geçmişti. Artık ses çıkarmanın da, tepki vermenin de hiçbir anlamı yoktu. Çünkü herkes, kulaklarını sağırlaştırmıştı. Sağır, dilsiz bir toplumun içinde, sadece iç sesini dinlemeye, sadece kendi düşüncelerine sarılmaya başlamışlardı.
Ne zaman fil,
Dilsizi ezdi,
Ne zaman sağırı ezdi,
O vakit dile gelecekti, ses de,
Sağır olan kulakta.
Ama o zaman da iş işten geçmişti. Toplumun kalbi, ellerindeki parmaklarıyla dokunmaya, gözleriyle görmek istediklerine ulaşmaya devam etti. Çevresindeki sese kulak veremedikçe, içindeki sesin de yankısı gittikçe büyüyordu. Fillerin geçişinin ardında, toplumun büyük bir bölümü; olan biteni sadece izliyordu.
Şehrin “eyvah kapısı” kapanıyordu oysa…
O kapı, yıkık dökük bir toplumun son umudu, son savunma sınırıydı. Ama o kapı da her geçen gün biraz daha kapanıyordu. İçeride, toplumun sesini çıkaran kalabalığı görmek isteyenler vardı. Fakat kapı kapanmıştı. Sesler boğulmuş, gözler kör olmuştu. Herkes kendi içinde kayboldu, dışarıdaki dünyayı sadece bir perde gibi izlemeye başladı.
İçindeki karanlığa teslim olan,
Dışarıyı artık görmemeye başladı.
İçindeki karanlığa teslim olan,
Dışarıyı artık görmemeye başladı.
Bir düşünün, içindeki “filler” kimdi?
Günlük koşuşturma içinde, hayal kırıklıklarıyla, boş vaatlerle büyüyen dev bir yapının parçaları.
Toplumun düzeni; ona sesini çıkaran, doğruları söyleyen, başkalarına dikkat çeken herkesi yavaşça ezerek büyüyordu.
Ve gün geldi, o filler yerleşti şehre,
İnsanlar farkında bile olmadan, her adımda,
Biraz daha sustular,
Biraz daha görmediler,
Biraz daha kayboldular.
Ama hala bir umut vardı.
Çünkü kapı kapanmadan önce,
Birileri o kapıdan çıkıp, sesini duyurmayı başarırsa,
Birileri o filler karşısında durup,
“Hayır!” diyebilirse,
Toplum hala uyandığında, belki de yeniden doğabilir.
Her gün yeni bir doğum ve yenilik…
Yenilenerek birdahaki yazıda buluşmak uzere
Herkesi saygıyla selamlıyorum
Şu an içinde bulunduğumuz durum ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.Evet herseye kör sağır dilsiz olduk ne yazıkki bu durumuda kabullenip normalleştirdik