Her gün bu ülkede sessiz bir trajedi yaşanıyor. Bir çocuk susuyor… Bir evde vicdan çürüyor. Ve biz, olup biteni sadece izliyoruz. Ne utanıyoruz, ne de utanmamayı sorguluyoruz.
Keşke annelik için bir ehliyet gerekseydi.
Sokağın ortasında bir bebek ağlarken kulaklarımızı tıkıyoruz. Annenin açtığı yaraları konuşuyor, sonra hemen unutuyoruz. “Doğurduysa annedir” diyen sığ bir anlayışla yüzleşiyoruz. Oysa doğurmak gerçekten yeterli mi? Annelik sadece doğurmak mı?
Annelik, yalnızca bir bedenden doğumla başlayan bir görev değildir. Her gün yeniden doğmayı göze alan bir yürek işidir. Kendisini değil, evladını önceleyen bir kalp gerekir.Rahimden değil kalbinden doğuran “Anne'”dir.
Aynaların karşısına geçen binlerce kadın, yorgun bakışlarla kendine savaş açıyor. Yılların izlerini silmeye çalışıyor, doğallığını cezalandırıyor. Toplumun dayattığı “genç kal” baskısı, yaşanmışlıkları kusur gibi gösteriyor. Oysa her kırışıklık, bir ateşli gecenin sabahı; her beyaz tel, uykusuz geçirilen sınav haftalarının izidir. Annelik tam da bunu gerektirir.
Evet, annelik yüceltiliyor. Ama en acısı ne biliyor musunuz? Sosyal medyada çocuğuyla poz verip çocuğunu teşhir eden kadına methiyeler düzülürken, başka bir anne gecenin bir yarısı çöp toplayıp evlatlarını doyurmak için evden çıkıyor. Döndüğünde ise evinin yandığını ve beş evladının cansız bedenini buluyor. Aklımızı kaçırmamak elde değil. Üstelik toplum bunu sadece seyrediyor.
Çünkü herkes görmek istediğini “anne” kabul ediyor. Oysa annelik, rahme değil; yüreğe sığan bir kavramdır. Acıyı taşıyabilmek, sevgiyi koşulsuz sunabilmek, varlığıyla güven verebilmektir.
Geçen gün sevgilisinin insafına terk edilen iki yaşındaki bir bebek öldüresiye işkenceye maruz kaldı. Aynı gün, bir sokak kedisi yavrusunu dişlerinin arasına alıp bir hastanenin acil servisine taşıdı. Sokakta yaşayan bir hayvan bile yavrusunu korurken, insan evladı nasıl bu kadar vicdansız olabilir?
Çünkü annelik yalnızca bir rahim işi değildir.
Bazen bir öğretmenin ilgisi, bazen bir teyzenin şefkati, bazen bir yabancının sıcaklığı bir ömrü şekillendirir.Bu yüzden annelik, sadece doğurganlıkla sınırlanamaz.
Şefkatiyle sarabilen, koruyup gözetebilen her yürek annelik kimliğini taşıyabilir
İki yaşındaki çocuğunu sevgilisinin merhametine bırakan biri “anne” değildir. Evladını susturmak için şiddete başvuran biri bu sıfatı hak etmez.
Artık susmamalıyız. “Neden kötü bir anne oldu?” sorusunu sormak bile kötülüğe ortak olmaktır. Sebepler değil, çözümler konuşulmalı. Kaybettiğimiz sadece çocuklar değil; toplumun vicdanı da her gün biraz daha sessizliğe gömülüyor. Her “boşver” bir çocuğun daha içine kapanması demek.
“Sustum, çünkü annem korkardı…”
“Ağlamadım, çünkü annem kızardı…”
“Söylemedim, çünkü annem inanmazdı…”
Bu cümleler artık bir çocuğun iç sesi olmamalı. Anne olmak; susturmak değil, duymaktır. Korkutmak değil, korumaktır. İnanmamak değil, koşulsuz yanında durmaktır.
Her doğuran, anne midir gerçekten? Ya büyüten? Ya koruyan? Ya bir hayatı omuzlayan kadınlar? Doğurmamış ama bir çocuğun ilk “anne” dediği sesi olmuş bir komşu kadın da annedir. Yaralı yavrusunu boynundan tutup hastaneye taşıyan sokak kedisi de… Kavramları bilmez belki ama içgüdüsüyle yaşatır.
İnsan ise doğurur, terk eder. Sevmeden, ilgisizliğini “kan bağı” ile meşrulaştırır. Biyolojik taşıyıcı olmak başka; anne olmak bambaşkadır.
Evet, doğurmak bir eylemdir. Ama annelik, bir tavırdır.
Yine şâaşalı Anneler Günü haftasındayız…
Annelik vasfını gerçekten taşıyan, doğursun ya da doğurmasın; şefkatiyle yaşatan, sevgisiyle büyüten tüm kadınların Anneler Günü’nü kutluyorum