Belki de tarihte değil,
Kendinde aramalı;
İbrahim’i, Yusuf’u!
Asasıyla Musa’yı!
Karanlıkta, içinde;
Kızıl Denizde!
18 bin âlemde,
Âdem’de, âlem de içinde!
Vur!
Vur ve kır;
Kırılmaz dediğin putları!
(Asuman Saydam Atasoy )
Toplumumuzun içinde bulunduğu sıkıntılar, tarihsel figürlerin varlıklarını anlamlandırmamızı zorlaştırıyor. Belki de bu figürleri tarihte değil, içimizde aramalıyız. İbrahim’i, Yusuf’u, Musa’yı ve diğer peygamberleri… Asalarıyla mucizeler gerçekleştiren, halklarını doğru yola yönlendiren bu figürler, bizlere ne anlatıyor? Bugün, içsel bir arayışın eksikliğini, günümüz insanının bencilce ben dilini ve tek yönlü iletişim tarzını gözler önüne seriyor.
Günümüzde, bireylerin kendini tanımlama şekli, “ben” dilinin egemenliğiyle şekilleniyor. Her şeyin merkezine “ben”i yerleştiren bir yaklaşım, sadece kendini ifade etmek değil, aynı zamanda diğerlerinin fikirlerine kapalı bir dünyayı yaratıyor. İnsanlar, sohbeti sadece kendi düşüncelerini dikte etme aracı olarak kullanıyorlar. Emniyet merkezli bir benlik algısıyla, yoksulluğun, anlayışsızlığın ve iletişimsizliğin yaşandığı bir toplumda, herkesin kendi perspektifini bir tür doğruluk olarak kabul etmesi, iletişimin temelden kırılmasına yol açıyor.
Sürekli fikir dayatma çabası, toplumsal bir gerilim yaratıyor. Bir kişinin inandığına inanmak, diğerini küçümsemek ya da yok saymak, sadece toplumu değil, bireyleri de savunmasız bırakıyor. Kelebek etkisi veya sürü psikolojisiyle, çok daha büyük problemler yaratılıyor. Kendisini eleştiren bir toplumda, insanlar yalnızca benliklerini yitiriyor, ancak çevrelerini de anlamaktan uzaklaşıyor.
Sosyal çürüme kavramı, günlük yaşamda her an gözlemlenebilir. Sosyal medya platformlarında, çok sayıda takipçisi olan birinin sözde liderlik pozisyonuna yükselmesi, yalnızca bireylerin kendilerini övmeleriyle ilgili bir durum değil; aynı zamanda toplumsal bir gerilimin, bireysel anlamda nasıl şekillendiğini de gösteriyor. Bu, o kadar yaygın ki, insan ilişkileri artık güvenilirlikten, derinlikten yoksun kalmış durumda.
Tarihsel olarak Musa, İbrahim gibi figürlerin bekleyişi, günümüzün ben merkezli anlayışında ne kadar yabancı bir kavram haline gelmiş? Onlar, halklarının refahı ve kurtuluşu için uzun yıllar süren bir sabırla beklediler. Peki biz neden sabırla beklemiyoruz? Neden Musa gibi olmak, toplumun yararına çalışmak yerine, sadece bireysel çıkarlarımızı düşünüyoruz?Sorgulamak İbrahim’i bir ahlaken.Neden sorgulamıyoruz?
Bu yazım da, toplumsal değerlerin zaman içinde nasıl değiştiğini, bireysel çıkarların ve bencilliğin, toplumları nasıl etkilediğini ele almak istiyorum. Musa’nın ve diğer peygamberlerin figürleri, bugün neyi bekliyor? Bizler, toplum olarak onlardan ne öğrendik? Yanıtları birlikte keşfetmek, belki de kendi iç yolculuğumuzda bir adım daha ileriye gitmemize yardımcı olacaktır.
Musa aramak yerine Musa olmak yürüdüğümüz yolda ışık olacaktır.
Görüşmek üzere..
Asuman hanım emeğinize sağlık