DERİN YOKSULLUK!

Bugünkü yazımda, ülkemizde ve dünyamızda başgösteren fakirliğin tanımının resmini çizeceğim. Lüks yaşantının gölgesinde içten içe yok olan hayatları… Geçmişten günümüze kadar geçen sürede toplum olarak maddi ve manevi nasıl dönüştürüldüğümüze birlikte bakalım.

Zenginlik ve yoksulluğu doğru tanımlıyor muyuz? İnsan kendini ne zaman yoksul, ne zaman zengin hisseder? Bu hissettiğimiz bir şey mi, yoksa gerçekten var olan bir durum mu?

Gördüğüm kadarıyla günümüzde mantıksal olarak paradoks teşkil eden insan zihniyetleri türemeye başladı. Şöyle ki; bazıları birçok şeye sahip olduğu halde hâlâ eksikliklerinden şikayetlenip kendisinin yoksulluğundan bahsederken, bazıları ise bir insanın hayatını idame ettirmesi için gereken çok şeye sahip olmadığı halde şükredip, zaten bu kadarının kendisini zengin saymaya yeterli olduğunu söyler. Buradan şu sonuca varılır: Demek ki zenginlik de yoksulluk da tamamen insanın zihinsel bakış açısıyla alakalı bir durumdur.

Ülkemizde ve dünyada önceleri fakir, orta ve zengin sınıf vardı. Şimdi ise sadece fakir ve zengin sınıf var! Çünkü sistem, orta sınıfı adeta yok etti.

Toplum için en önemli olan bu orta sınıf, insanların manevi ihtiyaçlarını karşılamakta, gelenek ve göreneklerini icra etmekte, nesilden nesile aktarmakta önayak olan birincil kesimdi. Bu sınıfın yok olması ile asıl yozlaşma ve yoksulluk burada başlamış oldu. Manevi değerlerin yerini maddi değerler aldı. Her suç ve cezanın normalleştiği, ahlaksızlığın ve çürümüşlüğün para karşılığında sıradanlaştığı bir düzende yaşamaya çalışıyoruz.

Orta sınıf, ülkenin sosyoekonomik düzenine yön verdiği gibi siyasetin de geleceğini belirlemede rol oynardı. Zenginin “Parama para katıyorum, bana ne” dediği, fakirin ise hayatını aldığı miktar kadar yaşadığı bir düzende, sistemi şekillendiren tabii ki orta sınıftı. Bugün orta sınıfın olmamasının en büyük nedeni sistem olsa da, diğer bir nedeni de bir ülkenin kendi marka değerinin az oluşu ve ülkeye katma değer katmayışıdır. Zenginliğin sadece bir iki sektör arasında paylaşılması, bunun getirdiği sonuç ise; zengin ve fakir arasında bir uçurum oluşması ve yoksulluğun adeta iliklerimize kadar hissettirilmesidir.

Sistem, son otuz yılda teknoloji ve küreselleşmenin getirdiği araçlar ile öyle bir hal aldı ki; bireyler artık geçmişte baba ocağında birkaç aile ile iç içe yaşarken, şimdilerde gerek bekar gerek evlenen çiftler ayrı evlerde, kendi istedikleri konforlarda yaşamak istiyorlar ve yaşıyorlar. Nasıl mı? Kredi ve kredi kartı ile dönen bir furyanın içine hapsolmuşlar. Çıkmak isteseler de çıkamıyorlar. Nedeni ise borç olsa bile yaşadıkları “tırnak içinde” lüks hayattan vazgeçmemeleri; diğer bir tanımıyla lüks yoksulluk diyebiliriz.

Biz buraya iki günde gelmedik. Köyden kente hızla göç ettik, tarımdan vazgeçtik. Nüfus artışına entegre olarak üretime ağırlık vereceğimize tüketime yöneldik. Adeta bir liralık mal üretip on liralık mal tüketmek gibi…

Aslında toplumun ekonomik refah düzeyini yükseltmek o kadar zor değil! Devlet ve toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla yapısal değişiklikler yapılarak, tüketen Türkiye’den, üreten Türkiye’ye dönebiliriz. Zengin ve yoksul kalmak, sadece ve sadece bizim elimizdedir.

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce onurlarını, sonra özgürlüklerini, daha sonra bağımsızlık ve geleceklerini kaybederler.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk



Saygıyla selamlıyorum görüşmek üzere.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir