YALNIZLIĞIN SESİ

Kıymetli okuyucularımla bugün, dünya toplumları ile bizim toplumun psikolojik-sosyolojik yalnızlık kodlarını değerlendirelim.

İnsanın iç dünyasında korktuğu, bastıramadığı uğultulu sesin adıdır
“Yalnızlık”…

Genele bakılınca insanı yalnızlığa iten iki ana sebep vardır:

Hızla yükselen nüfus artışı
Teknolojinin insan hayatının her alanına sirayet etmesi
Geçmişte, nüfus azlığı ile teknolojinin hayatımıza entegre olmaması sebebiyle insanlar kolektif olarak hareket ederlerdi. Toplum, bir arada her konuyu çözümlemede aynı anda refleks gösterip yol yürüdükleri için; arkadaşlık, akrabalık, komşuluk ilişkileri sıkı sıkıya birbirlerine bağlıydı. Dertlerini, sevinçlerini beraber paylaşıp çözdükleri için mutlu olduklarını hissettikleri gibi, yalnız olmadıklarına da inanırlardı. Çünkü insanın yaratılışı bile çift insandan oluşmuştur. Onun için yalnızlık, insanoğlunun doğasına aykırı olduğu gibi; böyle bir olguya düştüğü zaman birden fazla olumsuzluğu da beraberinde getirir. Bu da insanın fıtratında psikolojik rahatsızlıklara teşekkül eder.

Şimdiki zamana baktığımızda birden fazla örneğini görebiliriz:
Arkadaşlık, eskiden menfaatsiz kardeşlik ilişkisine dayanırdı. Bugünümüzde ise çıkar amaçlı bir ilişki yumağına dönüşmüştür. Ya bu olguya inanacaksın ya da arkadaşsız kalacaksın (kısmi kalan dostlukları tenzih ederek) seviyesine gelmiştir.

Akrabalık, büyük ailenin başlangıcı olarak görülürdü (amca, dayı, teyze, hala, yeğen vs.). Dede-nine’nin yanında büyüyen bir neslin çağından gelip, dijital materyal ile sanal kurulan tek kişilik modern yalnızlık dönemine geçtik…

Bu geçiş, kişide gerçeklikten kopmaya sebep olduğu gibi, en başta anne-baba ve kardeşinden soyutlanıp, akrabası aklına gelmediği gibi; yolda görse tanımayacak vaziyete gelmiştir.

Bir de bizim toplumun yüzyıllardır değişmeyen komşuluk ilişkileri vardır. Hatta hepimizin bildiği, inancımızda yeri olan “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözünden günümüze geldiğimizde; komşusunun aç olması bir tarafa, ismini, kim olduğunu, ne iş yaptığını, sıkıntısı var mı yok mu bilmediğimiz gibi… Hele o komşu yalnız yaşayan biri ise, evinde öldüğünde binayı koku sarar. O kokunun vermiş olduğu rahatsızlıktan dolayı devlet kurumlarını ararız. Gelip kapıyı açtıklarında, komşusunun ölüsünü görecek evreye geçmiş bulunuruz…

Sonuç olarak; insanoğlu Âdem-Havva’dan beri birlikte yaşayıp hareket ederlerdi. Ta ki teknolojinin gelişmesiyle avlulu evlerin yıkılıp yerine çok katlı binaların dikilişiyle… Bir dairenin diğer daireyi görmeyi bırak, sesini işitmediği gibi; birbirleriyle iletişim kurma olasılıkları kalktığı için komşuluk ilişkileri bitmiştir.

Nüfus artışının yükselmesi, modern yaşamın getirdiği materyal araçlarla beraber paranın “araç” olma ilkesinden çıkıp “amaç” olma eğilimine girmesi; arkadaşlık ve akrabalık ilişkilerini de bitirmiştir.

Bahse konu olan bu kavramlar, somut olmaktan çıkıp soyut kavramlar olarak karşımıza çıkmıştır. Aslında insanın doğası; reel olarak sürekli iletişim halinde olan, birbirlerine ihtiyaç duyan, hüznünü sevincini paylaşabilen, ortak hedefleri olan, bugün için yaşayıp yarın için ölümün olduğunu bilen ve bunun için de incitmeden, kırmadan, dökmeden yaşamayı bu kıstasta hedef koyan bir varlıktır…!

Ama biz bugün birey ve toplum olarak ne yapıyoruz?
Tüm değerlerimizi çöpe atmış ama dilde sımsıkı sarılmış gibi göstermekten utanmıyoruz.

Bu neye benzer, biliyor musunuz arkadaşlar?
“Fiziken başın secdede ama ruhun orada değil…”

Bir sonraki yazım da görüşmek üzere hoş kalın…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir