Kaderini Okuyan Çocuk!
Bir sonbahar günü hani okulun ilk günü,
Bir çöp varilinde yakaladım bu defa bakışlarını.
Ellerinde bir çocuk romanı,
Arkasında kendinden ağır belki bir kağıt çuvalı.
Kaderini okuyordu çocuk.
Merhabalar bugün biraz çocuklarımızı konuşalım mı? Daha aramıza geleceğini ilk duyduğumuz andan itibaren tatlı bir telaşın başladığı ve onları daha doğmadan korumaya başladığımız hayatın gerçek anlamı evlatlarımız. Sonra doğar çocuk. Artık üzerine titrediğimiz kutsal bir hazinemiz vardır. Ve biz onu çoktan kristal bir fanus içine almışızdır bile. Büyüdükçe onu bekleyen tehlikelere karşı önlemler alırken bir taraftan da olabildiğince hayata da hazırlamaya çalışırız (Bu konu da ayrıca tartışılır). Artık her şeyimizle bu ulvi görevin neferleriyizdir. Ne şanslı çocuklar bunlar böyle.
Hadi bir de madalyonun diğer tarafına bakalım. Mesela sokak çocuğu dediğimiz çocuklara ya da çok küçük yaşlardan itibaren çeşitli bağımlılıkları olan çocuklara, suça itilmiş çocuklara, eğitim öğretimin dışında kalmış çocuklara, bedeninin kaldıramayacağı işlerde çalışan çocuklara. Hani hep gördüğümüz çoğu kişinin yanlarından burun kıvırıp suratını ekşiterek geçtiği çocuklara….
Sonra yaz sıcağında bir pamuk tarlasında rastladım ona.
Kozalar mı batmış ellerine hayat mı bilmem.
Kanıyordu işte elleri.
Bir damla kan pamuğa düştü.
Ürkek ürkek baktı bana.
Yüzü kuru toprak gibi kaysak.
Bir kaç gün önce 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık. Çocukları ne çok sevdiğimizi aman da ne kıymetli olduklarını söyledik de söyledik. Bir de tuttuk sırtlarına feci bir yük yükledik. Geleceğimiz size emanet, onu siz yükseltip koruyacaksınız. Off karıncaya dağ yüklemek değil de nedir bu? Biri de çıkıp demedi ki ‘Peki siz bize nasıl bir emanet bıraktınız? Siz üzerinize düşen görevleri ne kadar yerine getirebildiniz? Bana ne bıraktınız? Neyi koruyacağım?” Böyle de uysal saygılı çocuklardı hepsi de…
Peki biz bu görevi hangi çocuklara yükledik? Kristal fanustakilere mi? Sokaktakilere mi? Bir kaç yıl önce bir öğretmen arkadaşım, yeni müdürün gelir gelmez okulda sorun çıkartan pek çok öğrenciyi okuldan attığını, artık okullarının daha huzurlu olacağını belirtince ona şöyle demiştim: İyi de o okuldan attığınız çocukları şehirden de atabilecek misiniz ya da ülkeden ya da dünyadan? Bu bir çözüm değil ki, onlar orda hâlâ duruyor. Sınıflarınızda olmayacaklar belki ama yolda, markette, trafikte vb. hep karşınızda bulacaksınız onları; bu çözüm değil, sorunun üzerini geçici olarak örtmektir. Ve örtünün altında o sorun, toprakta büyüyen tohum gibi büyüyüp filiz verecek demiştim.
Sizin görmezden geldiğiniz o çocuklar var ya, bir gün büyüyecekler ve tek tek karşınıza çıkacaklar, dahası gözünüzden sakındığınız evlatlarınızın karşısına çıkacaklar. O zaman da onları koruyabilecek misiniz?
Amin Maalouf’un Ortadoğu insanını tanımladığı çok sevdiğim bir sözü vardır şöyle der:
“Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar… Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaçları kalmamış gibi davranırlar. Devamlı söylenirler ama çözüm bulmazlar, sadece şikâyet etmek için yıllarca söylenirler.”
Şunu söylemeye çalışıyorum, sadece kendi çocuklarımızı korumak, onlar için en iyisini istemek yetmez, bu ülkedeki her bir çocuğun güzel bir ortamda büyümesi, iyi bir eğitim alması ve sağlıklı bireyler olarak yetişmesi gerektiğini bilmeli, bunun için ben ne yapabilirim sorusunu sormalıyız kendimize. Sorunun değil çözümün parçası olma gayretinde olmalıyız. Bir tane çocuğun hayatına küçük bir dokunuş dahi, bilemeyiz, gelecek için büyük bir dokunuştur belki… Belki o zaman çocuklar da geleceği sırtlanıp üzerlerine düşen görevi yerine getirir ve bizim için gerçekten UMUT olurlar…
Unutmayın, ülkemdeki son çocuk da gülmeden yaşadığınız mutluluk, gerçek bir mutluluk değildir…
Tüm okurlara teşekkür ederim…
Bir başka yazıda görüşmek dileğiyle…