Her yıl ülkemizde kutlanan, doktorların Tıp Bayramı olarak geçen 14 Mart’ın nasıl görüldüğünü, hekimlerimizin sorunlarını ve önerilerine karşılık neler yapıldığını birazcık irdeleyelim.
Gelin, bugün doktorlarımızın hangi şartlarda çalıştığını inceleyelim.
Bu yazıyı, doktorluk görevini icra eden yakın bir hekim arkadaşımın gözünden bakarak kaleme alıyorum. Onun deyimiyle, ülkemiz tıp sektöründe dünya liderliği sırasındadır. Gerek hastaneler, gerek cihazlar, tıbbi malzemeler, gerekse yapılan ameliyatlar açısından doktorlarımızın ihtiyaç duyduğu şartlar büyük ölçüde temin edilmektedir. Günümüzde dünyanın birçok ülkesinden hastalar tıbbi hizmet için ülkemizi ve doktorlarımızı tercih ediyor. Bu işin pozitif ve gurur verici yanı.
Fakat çalışma şartları açısından durum, doktorlar için hiç iç açıcı değildir. Doktor başına düşen hasta sayısının çok olması, doktorun muayene süresini kısa tutmasına, hastayı yeteri kadar dinleyememesine ve çok hızlı bir şekilde karar verip tedavi etmesine neden oluyor. Bu, hem doktor hem de hasta açısından olumsuz bir durumdur. Hasta yeterince bilgilendirilemiyor, doktor da süreci takip etmekte zorlanıyor.
“Çünkü bir doktorun araştırmaları, tıbba yeni hizmetler vermek adına ömür boyu sürer. Yani doktor, emekliliğine kadar öğrenmeye devam eder.”
Türk doktorlarının azmi ve çabası kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Dünyada bu kadar ağır şartlarda çalışan doktorlar, herhalde yalnızca ülkemizdedir. Bir kıyaslama yaparsak, gelişmiş ülkelerde bir doktor bir hastaya 20 dakika ayırırken ve sınırlı kontenjanla günü tamamlarken, bizim ülkemizde bir uzman doktor hastaya en fazla 3 dakika ayırabiliyor ve ortalama 200 hasta bakıyor.
Bu hem üzücü hem de hayranlık vericidir.
“Ama en önemlisi, adil değildir.”
Devletimizin ve Sağlık Bakanlığımızın geliştireceği yeni politikalarla uzman doktor sayısının artırılması, bu minvalde TUS sınavına ve asistanlık sürecine bir düzenleme getirilmesi, doktorların ülke dışına çıkışının önlenmesi, sorunların azalmasına katkıda bulunabilir.
Doktorlarımızın daima güncel olan sorunlarından biri de şiddet konusudur. Bunca emekle yetiştirilip her türlü şartta hizmetlerinden ödün vermeyen doktorlarımıza daha nazik davranılmalı, onların da bir ailesi olduğunu ve empati kurarsak bizim kadar yaşam haklarının mevcut olduğunu unutmamalıyız.
Devlet ve millet olarak, maddi külfeti yüksek olan bu meslek sahiplerini yetiştirip uzman hale getirdikten sonra onları, gerek çalışma şartları gerekse sosyoekonomik nedenlerden dolayı vatan topraklarında hizmet etmek yerine, başka ülkelerde mesleklerini icra ederken görmek üzücüdür.
“Bunun adına beyin göçü diyoruz.”
Devletin atacağı ilk adım, tıp alanındaki üniversiteleri, hastaneleri ve bağlı bulundukları kurumları yapısal değişikliklerle dönüşüm sürecine sokmaktır. Bu bağlamda dönüşüm gerçekleşirse, yani sorunlar ortadan kaldırılırsa, doktorlarımızın vatanına ve milletine hizmet edip dünyada bilim ve ilim yolunda katma değer sağlayacakları şüphesiz bir gerçektir.
Nüfusun en güçlü beyinleri sayılan, anatomimizi çözen, bizleri hurafelere ve bilim dışı tedavi yöntemlerine yönlendirmeyen hekimlerimizi sarıp sarmalayarak, onlar için daha iyi bir ortam yaratmak, onlara minnet borcumuz olduğunu hatırlamamız gerekir.
Dünyada insanların gelişiminde en az %60 oranında rol oynayan bilim insanlarına şükranlarımı sunuyor, cehalete karşı dik durmamızı sağladıkları için sevgi, saygı ve hürmetlerimi iletiyorum.
Ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu kıymetli sözünü toplumumuza hatırlatmak isterim:
“Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin.”
14 Mart Tıp Bayramınız kutlu olsun.