Sahi Beyaz Neydi?

Zaman, acımasızca akıp giderken, her şeyin eskiyeceği gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Çoğu zaman, sevgiye vakit ayıramadığımız şeyler bir gün özlemle anılmaya başlıyor. Hayat, bizlere kaçırdığımız fırsatları hatırlatmakta usta. Bazı insanlar güzel bir yer arar, güzel bir an peşinde sürüklenir; bazıları ise bulunduğu yeri ve anı güzelleştirir, yüreğiyle dokunur.

Sevgi, ne kadar kıymetli ve özel bir kelime aslında… İnsanlığımızın özü, varoluşumuzun anlamı. Ne yazık ki, çoğu zaman kimse kimseyi gerçekten ağırlamıyor; ya da sevmiyor. Yaşayıp tükenme hırsı o kadar baskın ki, geriye sadece hayal kırıklıklarıyla geçen bir ömür kalıyor. Çoğumuz bu gerçeği yaşamışızdır. Bir çiçeğe su vermediğimizde o çiçeğin açtığını görmek, ya da uzun süre su verip de beklediğimiz çiçeğin hiç açmaması gibi. Mesele, bir çiçeği sevmekti; beklentiye girmeden, sadece onu sevmekti. Yoksa gerisi alışverişti, veriş ve alımın soğuk mekanizmasıydı.

Beyaz, kar tanelerinin en saf haliyle bizlere anlattığı gibi, masumiyetimizi kaybetmeden, adaletli bir şekilde hak ettiği değeri verebildik mi? Beyaz, en çok nereye yakışırdı? Gelinliğe mi? Kefene mi? Kar topu oynarken burnu kızaran çocukların sevinci mi? Loş ışıklı bir akşamda, şamdanın arkasında duran bir gül mü? Yoksa, Narin’in tabutunun üzerine konduğunda beyaz, o kirli yanları örtebilir miydi?Sevgili dostlarım”Sahi beyaz neydi?”

Ah, biz siyah yanlarımızı beyaza boyarken, içimizi görmeden nefes alırız. Aldanırız ve aldatırız; en çok da kendimizi. Sonrasında, içimizi temizlemesi için kocaman bir kar yağsın isteriz… Sanki kar, içimizi arındıracakmış gibi. Oysa kar, sadece üzerimizi örter. Gerçek temizliği içsel bir farkındalık getirir.

Ve beyaz;Nasılda temizliği saflığı sevgiyi içine alıyor…

Bu hayatta herkesi ve her şeyi anlamak mümkün değil. Anlam vermeye çalışırken, kalbimin incinmesine defalarca müsaade etmişimdir. Bu, kalbimi sevmediğimden değil, kalbimin sevme şekline değer verdiğimdendir belki. Sevmenin, kendini adamanın, tüm acılara rağmen olgunlaşmanın zorluğunda bir anlam saklıdır. Her şeyin geçici olduğu bilinciyle yaşamak, bazen en derin duyguları da yok saymak anlamına gelir.

Har vurup harman savurduğumuz zamanlar da yaşlanacak. Ve biz, hazmedemediğimiz duygularla başa çıkmaya çalışacağız. Zaman, geçtikçe bizleri değiştirecek; belki de en çok içimizdeki tozları temizlemek için vakit kalmayacak. Ama hala bir şeyler yapabileceğimizin farkında olmak, her zaman umut vermeli. Vakit varken, bazı şeylerin tozunu almak, temizliğe kendimizden başlamak en güzeli…

Ve bu yazıyı, Erdem Beyazıt’ın dizeleriyle sonlandırmak belki de en doğrusu olacaktır:

Dünyanın en uzun hüznü yağıyor,
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne.
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun,
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun,
Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimizi
O insan ve tabiat çağını.

Süt kadar,kar kadar,bir çocuk masumiyeti kadar!Beyaz kalabilmek dileğiyle. Görüşmek üzere.

-Özlem Buluç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir